NEREDEN BiLECEKTiNiZ
Ben aslında pek rakı içmem. Belki geçmişte doğru rakı sofralarında yer almadığım içindir. Kim bilir? Ancak bu sofrayı ben kurdum bugün. Rakı sofralarının çok konuşulan üçlüsünü bir araya getirdim. Sakız koyunu sütünden yaptığım beyaz peynir, Çeşme kavunu ve onu kadehe koyarken önce bir sevdalı buluta, sonra da aslan sütüne dönüştüren Çeşme anasonundan yapılmış rakı. Şimdilerde Çeşme’de rakılık anason yetiştiriliyor mu bilmiyorum. Betonarme evlerden yer kaldıysa belki. Rakıyı kadehe dökerken etrafa yayılan anason kokusu, çocukluğumun anılarını canlandırır hep. Ne zaman bu kokuyu hissetsem babamın bazı görüntüleri aklıma geliyor.
Yok, yok. Babam rakı içmezdi. En azından ben hiç şahit olmadım. Ne çocukluğumda ne de onu kaybettiğimiz genç yaşımda. İşin ilginci, babamın ölüm nedeni “siroz” hastalığı. Biri sorduğunda ne zaman bu yanıtı versem, “içer miydi?” anlamında, bugünkü “like” emojisine benzer, meşhur el hareketine, ben: “hepatit B” demek zorunda kaldım hep. “aa öylemi, başın sağ olsun”
Ağustos ayının kavurucu sıcağında, herhangi bir gölgelik olmadan, başında kasket şapkası ve onun üzerine, burnuna bir tür maske yapmak üzere bağlanmış turuncu desenli poşusu ile babam. Tarlanın ortasında yere serilmiş bir branda üzerinde, hayıt dallarından yapılmış bir keletir önünde, tahta bir sandalyede oturmakta. Etrafında anason “kupa”ları. Kupalardan aldığı kurumuş anason demetlerini keletir üzerinde elleriyle ovarkenki görüntüsü.
Anason bitkisinin çimlenmiş ilk hali maydanoza benzer. Büyüdükçe elli-altmış santimetreye kadar yükselir ve üzeri bembeyaz çiçeklere bürünür. Çiçekler döküldükten sonra taneler kahverengi-yeşil arası bir renk tonuna tam gelmeden yani tam kurumadan, anason köklenir. Küçük demetler halinde, önce saplar aşağıya, taneli başaklar yukarı gelecek şekilde, yaklaşık 1-2 metre çapında daire şeklinde yerleştirilir. Sonra üstüne bu kez başaklar aşağıya, saplar yukarıya gelecek şekilde, harman yapılacak yerin yakınında bir süre kurumaya bırakılırdı. Anason demetlerinin görüntüsü, iki konik bardağın ağızları çakışık olarak üst üste konulması şeklinde olduğundan bu yığınlara, yerel ağızda kupa denirdi.
Harman, günün en sıcak saatlerinde yani anasonun en kuru olduğu ve saplarından en kolay ayrıldığı saatlerde yapılmalıydı. Sonraki yıllarda harman makineleri ile yapılabilen tane ayırma işlemi, o zamanlar el ile yapılmaktaydı. Ben, gün içinde ara sıra yanına uğrar, uzakta kalan kupalardan babama anason desteği yapardım.
Gün boyunca ovularak saplarıyla karışık biriken anason, güneşin etkisini yitirdiği akşam saatlerinde, rüzgârda savrulur, saplarından ayrılırdı. Birkaç gün süren bu işlemler sonrasında, anason taneleri bez çuvallara konulur ve Tekel’e teslim edilene kadar, bir kısmı gelecek yıl için tohumluk, bir kısmı ise ilaç olarak evin mağazasında saklanırdı. Harman günlerinde, anasonun etkisiyle babam eve her gün sarhoş gelirdi desem yeridir. İlk birkaç gün ev halkı hepimiz bu kokudan etkilenir, sonrasında alışırdık. Ben her mağazaya girişimde bu koku adeta burnumun direğini kırardı. Bugün ise burnumun direğini titretir.
Uzun süreden beridir sakladığım rakıyı, bir yıldır olgunlaştırdığım koyun peyniri ve yetiştirme yöntemini, yörenin en lezzetlisini üretenlerden biri olan babamdan öğrendiğim ve bahçemden kopardığım Çeşme kavunu ile bir araya getirip anıların girdabında savrulmak istedim.
Tüm bunları anlatmasam, siz benim neden içtiğimi nereden bilecektiniz ki?