KULA

“KULA, NASİP OLMAZ HER KUL’ A”

Bir hafta sonu gezisi yapmayı planlarken ne zamandır aklımızda olan, daha önceleri gitme fırsatı yaratamadığımız ve fotoğrafçılar için de bir uğrak yeri olan “Kula evleri”ni ve şu sıralar bolca tanıtımı yapılan Uşak Ulubey kanyonu’nu gezmeyi tercih ettik.
Gidip görenleri bilmem ama ilk bakışta benim gördüklerim ve hissettiklerimin: bölgeye “bahşedilen” ve / ama burada yaşayanlara, yönetenlere ve kendimi de içine katarak, gezenlerin layık olmayacağı güzellikleri ve yeryüzü yapılarının var olduğunu söyleyebilirim.
Rehberimizin aktardığı bilgilere ve görünenlere göre, önceleri Kula’da yaşayan köklü ailelerin birçoğunun buraları terk ettiklerini, kalan bazılarının da çabasının ve devletin yeterli bir korumayı sağlayamadığı yönünde. Terk edip gidenlerden alınan bir eski konak, yeni sahipleri tarafından otele dönüştürülmüş, bir tanesi de bazen filmciler tarafından kullanılmış, biri restore edilmekte, bir zamanlar okul olarak da kullanılmış önemli bir “köşk” ün de restorasyonuna başlanmış fakat yarıda bırakılmış. Burada yaşayanlar ne yapmışlar? ya da ne yapmaktalar peki? derseniz, bölgede yaşayanların “muhafazakar” yapısı neyi muhafaza ediyor pek anlayamadım. Eski bir cami, “gecekondu” mantığı ile onarılmış. Ezan saatleri dışında, hoparlöründen o gün ilçede oynanacak futbol müsabakalarına katılım için çağrı ve diğer bazı duyuruları tekrarlamakta.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Yaban” romanında tanımlanan bir köy görüntüsü gibi. Ama belli ki bu kasaba, 100 yıl önce Osmanlı ve Rum kökenli vatandaşlarının yaşadığı dönemde daha düzenli ve bakımlı imiş. İlçe merkezinde, içinde yaşanan evlerin çoğu bakımsız. Eski osmanlı ve rum evlerinin yukarıda bahsettiğim, restore edilmiş parmakla bile sayılamayacak az sayıdakiler dışında kalanlar ise çöktü çökecek. Birçok evin etrafı çelik konstrüksiyon yapılarla kapatılmış ve üzerine de “bu binanın çökme tehlikesi var yaklaşmayınız” yazıları asılmış. Zamanında, neredeyse bir asır önce, sigortalı olduğu giriş kapısı üzerindeki eski yazılı levhasından anlaşılan bu evler, bugün ne yazık ki kaderine terkedilmiş halde. 1980 askeri darbesi sonrası oluşturulan anayasaya ülkece %82 “evet” denilen belki de burada yaşayanlar tarafından o dönemde %100 onaylanan, sonrasında “yargılanan”(!) darbenin lideri, Kenan Evren’in doğduğu ev de burada. O günlerin harareti ile restore edilmiş, neredeyse “türbe” gibi ziyarete açılmışken, “yargılama” söz konusu olduğunda bir daha açılmamak üzere kapısına kilit vurulmuş.
İlçenin “meşhur” ürünlerini aldığımız dükkanlarda hijyene dikkat eden yok. Gerekli aracı olduğu halde elini daldırarak sattığı ürünü sunan, her yerde görebileceğimiz “esnaf”lar burada da var. Bu konuda daha yazılacak çok şey var ama yazarsam mideniz bulanacak.
Antik dönem coğrafyacısı Strabon tarafından “Katakekaumene”(yanık ülke) olarak tanımlanan ve yaklaşık 300 km2 lik bir alana yayılan Jeopark içinde, sayısı 80’i bulan curuf konileri yanında, Kapadokya’dan esinlenerek “Kuladokya” olarak adlandırılan, “peribacası” türü yeryüzü şeklillenmeleri de mevcut. Yaklaşık 30-40 metre yukarı çıkıp yapılara tırmanmaya çalışan ve aşağıdan cep telefonu ile “ben buradaydım” fotoğrafını çektirenler ve adeta gözümüzü çıkaracak “selfi” çubukları olmasa izlemek daha keyifli olacak.
Gelelim Ulubey Kanyonu’na. Arizona (ABD) kanyonundan sonra dünyanın ikinci büyük kanyonu olduğu belirtiliyor. (Biz, başka bir kıtadaki Arizona’yı neredeyse doğduğumuz günden buyana biliriz ama iki adım ötemizdeki “değer”i nedense yeni öğreniyoruz. (Bu, eğer bir “aymazlık” ise bunun ne kadarı benimse kabul ediyorum.) Buraya 2015 yılında izleyiciler için “dünyanın en büyük” cam terası yapılmış. Çelik konstrüksiyon kafes ve camdan oluşan ankastre bir balkon. Uşak ili tanıtım web sitesinde, camların 30mm kalınlığında ve ne ilgisi varsa kurşun geçirmez olduğu belirtiliyor. Seyir olanağını ve ilgiyi arttırıcı bu özelliği düşünmüş olmak güzel fakat bugünün teknolojik gelişmeleri düşünüldüğünde övünülecek bir yanı yok. Çelik kafes üzerine yerleştirilmiş cam plakalardan oluşan zemin üzerinde yürürken galoş kullanmanız gerekiyor (galoş yerine bone dağıtılıyor.) Tabii ki tahmin edeceğiniz gibi kullanılmışların atılacağı yer belirtilmiş olmasına rağmen cam balkon etrafında boneler sağa sola atılmış vaziyette. “150 metre” yükseklikten izlenen kanyonun zeminine yan patika yollardan inilebiliyor. Zaten aşağıda ekilip biçilen araziler ve bir de içinden geçen bir dere var. Dere temiz değilmiş ama temizlenince o bölge yamaç paraşütü vs. ziyarete açılacakmış.
Buradaki “yöresel ürün” satış dükkanlarından, “organik” kelimesinin ne kadar bol ve kolay kullanıldığından bahsetmeme gerek yok sanırım.
Dönüş, Rehberimizin önerisi ve sürücünün “lütfu” ile, Ulubey – Eşme – Kula ara yolu üzerinden oldu. Akşam saati sirrus bulutlarının arasından, günbatımı güneşinin yamaçlarda çiçeklenmiş badem ve şeftali ağaçları üzerinde oluşturduğu pastoral etki, görülmeye ve aynı zamanda fotoğraflanmaya değerdi. Sahi bu cep telefonlarına fotoğraf çekme özelliğini kim ekledi…
İyi gezmeler…

12 Mart 2018